Neden Prag’dan nefret ettim:)?
Paylaş
Yazımın başlığı çok ilginç değil mi:)? Herkes Prag’a ayılıp bayılırken benim nefret etmem hiç şaşırtıcı değil. Daha önce çok popüler yerlere karşı bir alerjim olduğunu söylemiştim sanki:D.
16-24 Nisan 2016 tarihleri arasında Budapeşte, Viyana, Prag ve Münih’i içeren bir tur programı yaptık. Diğer üç şehirde tek bir sorun yaşamayıp Prag’da her şeyin üst üste gelmesi neyin işaretiydi bilmiyorum:D. Belki de negatifliğim yüzünden kendim çektim bütün olayları, gerçekten bilemiyorum. Evet şuan gülerek anlatıyor ve yazıyorum ama o anlar, biraz da hassas olduğum bir döneme denk geldiği için birkaç damla yaş akmış olabilir gözlerimden:).
Prag’da başıma gelen olaylar silsilesi şöyle gerçekleşti (arada diğer şehirlerle ilgili uyarılarım da olacak:).
Budapeşte’de her şey çok güzeldi. Gerçi hafta sonu oradaydık, çoğu yer kapalıydı ama tek bir sorun yaşamadan mutlu mesut, şehri çok severek ayrıldık. Budapeşte’de toplu taşımalarda bilet kontrolü daha yaygın. Bu sebeple iki kişi için 10 adet bilet (3000 HUF) aldık.
Oradan trenle Viyana’ya geçtik. Biletimizi internetten aldık, istasyondaki makinelerden bastırdık, koltuk numarası falan belliydi zaten. Gayet rahat bir yolculuktu.
Viyana’ya aşık olacağımı daha gitmeden biliyordum. Nitekim öyle de oldu. İstasyon bile çok moderndi. Budapeşte’de haritalar falan ücretliyken Viyana’da ücretsizdi. Hemen iki kişi 48 saatlik ulaşım bileti aldık (26 Euro). İki gün boyunca kontrol edilmedik hiç ama edilen arkadaşlarım var. Hatta Avusturya, Almanya gibi yerlerde cezası daha da yüksekmiş.
Viyana’dan Prag’a olan tren biletimizin de internet çıktısı yeterli oldu. Üzerinde zaten karekod vardı. Biz, acaba yeterli mi yine de bir soralım dedik, koltuk numarası falan yok. Nereye oturacağız, ayakta mı kalacağız derdindeyiz:). Görevli bayan yer rezervasyonu yapalım deyince hiç düşünmeden yaptırdık, iki kişi 7 Euro verdik. Yapmamıza hiç gerek yokmuş, trende çoğu yer boşmuş:). Rezerve edilen koltukların üst kısmındaki ekranlarda zaten bunu belirtiyor, hiçbir şey yazmayanlara oturmak serbest:). Neyse öğrenmiş olduk işte, her şey bir tecrübe:).
Prag’da trenden bir indik, Allahım daha sevmeyeceğimi o an anladım:). Bir negatiflik bende bir huysuzluk anlatamam. Hiçbir şey ilgimi çekmiyor falan o derece.
Daha ulaşım bileti alırken zorlanıyorsunuz. Ne makine var ne bir şey, alıştık tabi Viyana’da düzene:). Tobacco Shop gibi bir yerden aldık bileti. Ya 24 saatlik var ya da 72 saatlik. 48 saat olmama sebebi nedir çözemedik tabi:). Elimizde sadece Euro olduğu için biraz da fazla ödedik, 24 saatlik bilet 110 Kc, 5 Euro. (Birisi bana Prag çok küçük, her yere yürüyerek gidersin deseydi hayatta bilet almazdım:). İlk binerken okuttuk falan işte.
Airbnb’den tuttuğumuz eve check-in saatimiz 16.00 olunca o sürede para bozduralım ve yemek yiyelim dedik. Daha önce okuduğum yazılarda dövizcilerde komisyon yok yazsa da afedersiniz kazıklamaya çalıştıklarını görmüştüm. Not ettiğim birkaç dövizciyi bulmaya çalışırken eşimin aceleciliği buna engel oldu ve komisyon yok yazan ama aslında olan bir yere daldı hemen. Sen bir de girer girmez ver 50 Euro’yu:D. “Allam bayılazaım!” dedim o an. Adam verdi bir fiş, tabi çok güzel komisyon var. İmzalamadan vermiyor parayı. Kendi paramızı geri istiyoruz aptala yatıyor, İngilizce bilmiyormuş gibi hareket ediyor falan. “Senle mi uğraşacağız be adam!” dedik, aldık yaklaşık 20-25 TL çarpılmış paramızı:).
Neyse dedik vardır bir hayır, yemeğimizi yeyip kalacağımız eve gittik. Aslında daha aylar öncesinden booking.com üzerinden 365 TL’ye bir yer ayırtmıştım. Rezervasyon iptal hakkımız vardı, Airbnb’de gezinirken 265 TL’ye bu kaldığımız evi buldum. Merkeze çok yakın, ufak ama kullanışlı, hatta balkonu bile vardı. 100 TL de daha ucuz olunca oh oh iyi oldu dedim:). Demez olaydım kat be kat çıktı acısı:D.
İlk gün çoğu yeri gezdik aslında. İkinci gün kalan yerleri de gezerken Dans Eden Evlerin tabelasına denk geldik, hadi oraya gidelim dedik. Fotoğraftı, açlıktı falan derken saatin farkında bile değilim. Tramvaya binip merkeze gidelim orada bir şeyler yeriz diye düşündük. Daha biner binmez bir ses Ticket Control! Sen bir gün boyunca kontrol edilme, bilet bitmiş 15 dakika falan geçmiş kontrol edil. Olacak iş mi? Bence de değil:D. Ama oldu işte, daha ilk durağa bile gelmemiştik üstelik:). Yapma etme, bilmiyorduk, saatin farkında değildik desek de kar etmedi. Euro bozuğu yokmuş efendim, ilk durakta indirdi bizi, doğrucaa ATM’ye (hepsinin yerini de ezbere biliyor haspam). Kişi başı 800 Kc (30 Euro) ödedik. Bir de utanmadan bir kağıt parçası verdi, bununla 2 saat daha binebilirsiniz diyor:). Ne bincem dedim, Prag’dan ayrılana kadar tek bir ulaşım aracına binmedik:D. Gerek de yokmuş işte geç anladık.
Sabah bütün eşyalarımızı iyice kontrol ettiğimizi sanarak tren istasyonuna gitmek için evden ayrıldık. Bu kez yer rezervasyonu konusunda aynı hatayı yapmadık:). Trene 45 dakika kala parmağımda yüzüğümün olmadığını fark ettim, 5 yıldır tek bir yerde unutmadım ama dikkatinizi çekerim:). Anahtarı posta kutusuna atmasak gider gelirdik, ev sahibine yazdık yetişemem falan dedi. Napalım dedik, yapacak bir şey yok:D. Ev sahibi postayla yollarım deyince aklımızın bir kısmını orada bırakarak Münih’e doğru yola çıktık.
Münih’te de hiçbir sorun yaşamadık, her şey düzenli tertipli. Kimse sizi kazıklamaya çalışmıyor. 5 kişilik aileye kadar kullanım hakkı olan, 48 saatlik ulaşım bileti 26 Euro hatta. Orada da hiçbir kontrole denk gelmedik.
İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra farkına vardım ki gece plağımı Prag’da çöpe atmışım:). O anda da bir göz dolması falan yaşamadım değil:D. (aklını da unutsaydın İlkay!)
Bu arada yüzüğün kargoyla gelmesi olaylarını falan araştırdım. Maalesef normal posta yoluyla da DHL gibi firmalarla da getirtmek zormuş. Değerli metal olduğundan Prag hava alanından hiç çıkartmazlarmış. Başladım araştırmalara, etrafımda ne giden ne gidecek olan var. Tanıdığın tanıdığı olsa bile kar dedim ama nafile. Instagram etiketlerinden yola çıkarak orada tatilde olan Türkleri bulmaya çalıştım (evet yaptım). Üç kişiye yazdım; birisine geç kalmıştım bir gece önce dönmüştü, biri hiç yardımcı olmadı olmak dahi istemedi, diğeri cevap bile vermedi:D. Sağ olsun yüz yüze tanıdığım çoğu kişi kılını bile kıpırdatmadı, hatta belki de içten içe güldüler bilemiyorum:). Son çare instagram hesabımda fotoğraf paylaşıp, altına da yazdım ve yardım edebilecek tek bir kişi için dua etmeye başladım:). Sağ olsun iyilik meleğim Mert Koç oldu. Yüz yüze tanışmasak da takipleşiyorduk. Nasıl güvendin? diye sorarsanız eğer, güvendim işte gezgin insandan zarar gelmez dedim. Ve çok iyi bir dost edindim.. Siz de takip edin bence kendisini, yakında Nepal’e gidecek çünkü:).
Hiç mi iyi anın yok Prag’da? derseniz. İlki o evde kalmam ve evin sahibi Dominik oldu. Başka biri olsa yüzük elime hiç geçmeyebilirdi belki de.
İkincisi rastgele dolaşırken eski eşyalar satan bir dükkana denk geldik. Hiçbir şey almasam da gireyim dedim, iyi ki de girmişim. Yaklaşık 20 TL’ye iki adet tarihi fincan aldım. Daha çok Koruna’mız olsaydı daha çok alırdık o ayrı mevzu:). Hatta gidip para bozduralım, dönüp alalım dedik ama cezayı yedik işte o sıralar:D. Dükkan sahibi amca İngilizce bilmiyor, zor anlaştık. Ama yine de orada en mutlu olduğum an oydu.
Üçüncüsü de Trdelnik aldığımız yerdi. Gündüz bir yerde sıraya girmiş, Euro bozuğu olmadığı için alamamıştık. O harika kokuları alıp, 10-15 dk sıra bekleyip yiyememek ah ah:). En son eve dönerken işte The Creperie Praha’ya denk geldik. Oradaki bey amca da teyze de çok tatlı ve güler yüzlülerdi. Euro’yu da bozarım dedi ve Trdelnik’i onun sayesinde tadabildim işte. Ama bir gün önce o dükkanı görmüş ve aslında orada yemek istediğimi anlamıştım. Bir şekilde şans eseri orada yemek nasip oldu (diğerlerine göre daha uygundu hatta:).
Şimdi bunları gülerek anlatıyor ve o an beni üzmüş olsalar da hepsinden bir ders çıkardığımı düşünüyorum:). Herkes için tek temennim her daim iyi insanlarla karşılaşmanız.
Prag’a gidecek olursanız da Dominik’in evinde kalmanızı ciddi tavsiye ederim. Link için tık tık.
Mert için de kendime istediklerim dışında bir şey istemiyorum. Bu da; her zaman daha çok gezebilmemiz, daha çok ülkeyi keşfedebilmemiz elbette..
Bir şehirde bir şey unutmuşsan tekrardan gidermişsin diyorlar. Evet bunca şeye rağmen gidebilirim, daha kötü durumlarla karşılaşıyor insanlar sonuçta. Bu kez sadece fincan alıp dönerim o kadar:).
Hala yapılan espriler ise şöyle:D
-Havada bulut, sen o yüzüğü unut.
-Yüzüğü Pragdın geldin.
-Sen Prag’dan sağ döndün, artık hiçbir şey seni yıldıramaz.
İtiraf: Prag’ı bile özledim!